Tükenmişlik Sarmalı: Yaşamak İçin Mi Çalışıyoruz, Yoksa Çalışmak İçin Mi Yaşıyoruz?


Giderek hızlanan iş hayatı temposu, bireyleri sorgulayıcı bir ikilemin içine itiyor: Hayatın amacı çalışmak mı oldu? Bu makale, modern yaşamda iş-yaşam dengesi, tükenmişlik sendromu ve üretkenliğin insan mutluluğuyla olan ilişkisini masaya yatırıyor.


Modern Zamanların Yeni Sorusu: Hayatın Anlamı İş Mi Oldu?

  1. yüzyılda pek çok birey sabahın erken saatlerinden gecenin ilerleyen dakikalarına kadar süren mesailerde ömrünü tüketiyor. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanlar arasında sıkça yankılanan bir soru var: “Yaşamak için mi çalışıyoruz, yoksa çalışmak için mi yaşıyoruz?” Bu soru, yalnızca bireysel bir sorgulama değil, aynı zamanda toplumsal bir çöküşün de yansıması olabilir.

İşkoliklik ve Tükenmişlik Sendromu Yükselişte

Küresel çapta yapılan birçok araştırma, çalışanların büyük bir kısmının burnout yani tükenmişlik sendromu yaşadığını ortaya koyuyor. Bu sendrom;

  • Aşırı yorgunluk,
  • Konsantrasyon kaybı,
  • Motivasyon eksikliği
  • Sosyal izolasyon

gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Özellikle dijitalleşmenin etkisiyle çalışma saatlerinin esnekleşmesi, ofis dışında da iş yükünü sürdürülebilir kıldı ve özel hayatla iş arasındaki çizgiyi sildi.

Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından 2019’da resmi bir sendrom olarak tanımlanan tükenmişlik, uzun süreli iş stresiyle doğrudan ilişkilendiriliyor. Bu da bizi şu gerçeğe getiriyor: İş hayatının sınırları, insan psikolojisinin kaldıramayacağı kadar genişledi.


İnsan Değeri Performansa mı İndirgeniyor?

Modern kapitalist sistemlerde insan değeri çoğunlukla performansa indirgeniyor. Ne kadar hızlı çalıştığın, kaç saat mesaide kaldığın, kaç projeyi tamamladığın gibi ölçütler, bireyin değeriyle eş tutuluyor. Bu da “var olmanın” yalnızca üretmekten ibaret olduğunu düşündürüyor.

Ancak insanın anlam arayışı yalnızca iş üretmekten ibaret değil. İnsan;

  • Sanatla ilgilenmek,
  • Aileyle zaman geçirmek,
  • Doğada vakit geçirmek,
  • İçsel gelişim için çabalamak

gibi etkinliklerle gerçek doyuma ulaşıyor. İş hayatı, bu alanlara müdahale ettiğinde dengeler bozuluyor.


İş-Yaşam Dengesi Mümkün Mü?

Birçok ülke iş-yaşam dengesini sağlamak adına yasal reformlara gidiyor. Örneğin:

  • İsveç, günde 6 saatlik çalışma modeli denemeleri yaptı.
  • Fransa, iş dışı saatlerde e-posta gönderilmesini yasakladı.
  • Almanya, çalışanların hafta sonu dinlenme hakkını dijital olarak koruma altına aldı.

Bu tür uygulamalar, bireyin sadece iş değil, yaşam alanlarında da varlık gösterebilmesini sağlıyor. Türkiye’de ise bu yönde farkındalık artsa da hâlâ yoğun mesai ve düşük ücret politikaları birçok sektörde baskın durumda.


Freelance ve Uzaktan Çalışma: Çözüm Mü, Yeni Tuzak Mı?

Pandemi sonrası yaygınlaşan uzaktan çalışma ve freelance iş modelleri, özgürlük vaadiyle sunulsa da, çoğu zaman sınırların tamamen ortadan kalktığı yeni bir çalışma biçimine dönüştü. Evde geçirilen saatlerin büyük bölümü işe ayrılmaya başlandı ve özel alanlar yok olmaya başladı.

Bu sistem, özellikle kendini denetlemekte zorlanan bireyler için sürekli çalışma halinde kalmayı normalleştirdi. Böylece “çalışırken yaşamak” fikri, yerini “çalışmaya mahkûm yaşamak” algısına bıraktı.


Ruh Sağlığı ve Kişisel Zamanın Önemi

Uzmanlar, çalışanların daha üretken ve sağlıklı olabilmeleri için kişisel zamanlarına sahip çıkmaları gerektiğini vurguluyor. Psikiyatri Dernekleri tarafından yapılan açıklamalarda şu öneriler öne çıkıyor:

  • Günlük belirli saatlerde dijital cihazlardan uzaklaşmak,
  • İş dışında tamamen farklı alanlara yönelmek,
  • Tatil günlerini tam anlamıyla dinlenmeye ayırmak,
  • Sosyal ilişkilere zaman ayırmak.

Bu küçük adımlar, uzun vadede zihinsel dayanıklılığı artırarak bireyin yaşam kalitesini yükseltiyor.


İşten Arta Kalan Zamanda Yaşamak Yerine…

Belki de esas soru şu olmalı: “Hayatı işten arta kalan zamanlarda yaşamaya çalışmak ne kadar gerçek?” İnsan yaşamı bir bütün olarak ele alındığında, iş yalnızca bir araç olmalı, amaç değil. Kendini gerçekleştirmek için işlevsel bir alan olsa da, yaşamı tüketen bir yapıya büründüğünde sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor.

Ve bu noktada, çalışmak için yaşamaktan ziyade, anlamlı bir yaşam için çalışmak gerektiği daha net anlaşılıyor.

Back To Top